29 Aralık 2011 Perşembe

Nihayet "İki Kere İki Dört Etmez" hayata geçti...



Nihayet diyorum çünkü bu kitabı ben 4 yıl önce yazmıştım ve bir sürü imkansızlıklar ve problemler yüzünden basım aşamasına gelememişti...Artık bu kitap yayımlandı ve okumak isteyenler için kitap raflarında sizi bekliyor.
D&R larda...İstiklal Kitabevinde ... Alkım Kitabevinde ... Mephisto da.....bu kitabı ısrarla isteyiniz....
İnternetten sorunsuz ve hızlı sipariş vermek içinse www.netkitap.com dan %40 indirimli sipariş verebilirsiniz...Umarım keyif alırsınız...

17 Aralık 2011 Cumartesi

ŞAFAK PAVEY varsa UMUT da var!!!





Milletvekili kelimesinin tam anlamı milleti TBMM de temsil eden kişi anlamına gelsede yıllardır beni Mecliste temsil eden,benim gibi düşünen ve düşündüğünü ifade eden bir kişinin olmadığını düşünürdüm.Ta ki Şafak Pavey Milletvekili seçilene kadar.
Hepimiz onu 1996 yılında (henüz 19 yaşındayken) İsviçre Zürih'te, Cenevre Üniversitesi'nde sanat eğitimi aldığı dönemde tekerlekli sandalyedeki bir arkadaşını trene bindirmeye çalışırken geçirdiği bir kaza sonucu sol kol ve bacağını kaybetmesiyle tanıdık.Yaşama sevinci ve hayata bağlılığını hiçbir zaman kaybetmeyen Pavey,kazadan bir yıl sonra Londra'ya gitti.Londra Westminster Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdikten sonra yüksek lisansını London School of Economics'de tamamlamıştır. Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve giriş seviyesinde Arapça, Farsça bilmektedir. Uluslararası işaret diliyle de konuşabilmektedir.
Birleşmiş Milletler'deki Engelli İnsan Hakları Sekreterliği görevini bırakarak 15 yıl sonra Türkiye'ye geri dönmüş, 12 Haziran 2011 seçimlerine girip CHP İstanbul 1. bölge 5. sıradan milletvekili seçilmiştir. Mecliste yemin töreninde bütün meclis üyeleri tarafından alkışlanan tek milletvekilidir...
12 Aralık'ta yaptığı Meclis AB Bakanlığı Bütçe Konuşmasını izledikten sonra kendi kendime dedim ki;Şafak Pavey varsa UMUTta var arkadaş!
Merak edenler için konuşma metnini aşağıda aynen yayınlıyorum...Video için ise google a yazdığınızda çıkacaktır...İşte o metin:
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri
Güçlü gelecek toplumun ortak hayalleri ile kurulur. Bizim de, çağdaş ülkelerin vatandaşları gibi özgürleşmek ve zenginleşmek hayalimiz vardı. Dünyaya huzurla bakan, üretici meslekleri olan bireyler olarak bir diğerine özen gösteren, diğerinin varlığına kin gütmeyen vatandaşlar birliği…
Gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de bu birlik bir sosyal demokrasi projesiydi.
AB ile süreç tamamlandığında bu rüya yerini daha yükseğine bırakacaktı. Fakat hükümet Avrupa Birliği pusulasını kaybetti. Çünkü insanlık değerleri üstünden dönüşmeyi değil, para üstünden ticareti hedeflemişti… Özgürlük ve hukuk nutukları, çakma reformlardan ibaret kaldı. Hrant Dink duruşmalarını size utanç örneği olarak sunuyorum.
İnsanı, siyasal değerler yüksek vatandaşlığa ulaştırıyor. Göç yönlerine bakın. Size insanın kaliteli hayat için nereye aktığını doğrudan gösterecektir. İyi yönetilmeyen ülkelerin vatandaşlarının, iyi yönetildiğini düşündükleri özgür ülkelere canları pahasına akması gerçeğine bakın.. Gerçek her zaman hamasetten güçlüdür.
Askeri vesayeti azaltmak için AB değerlerini kullanan hükümet, niyetini gerçekleştirdikten sonra, kendi sultanlığı devam etsin diye AB kurallarına uyum sağlamayı reddetti. Görüldü ki, niyeti özgür bir toplum değil, efendisi değişmiş bir toplum inşa etmekmiş…
Hükümet insanlık değerlerinde AB ile buluşamıyor. Ama Kuzey Afrika’da Müslüman Kardeşleri iktidara getirirken aralarından su sızmıyor. Kaddafi’nin, hukuksuzca linç edilmesinin parçası olmakta sakınca görmüyor. Böyle davranmak AB buluşmasına insan ekseni üstünden değil, ideolojik çıkar üstünden baktığını gösteriyor. Çünkü insana ve doğaya değil, dine yatırım oy getiriyor.
Hükümetin dün pompaladığı batı düşmanlığı ne kadar vahimse, bugün gösterdiği bahar dostluğu da o kadar vahimdir. Vahamet sadece yön değiştirmiştir.
Krizi fırsat bilip, aşağıladığınız Avrupa’nın, bizimkinin 16 misli yani 12 trilyon euroluk, dünyanın en büyük ekonomilerinden olduğunu, çok övündüğümüz ekonomimizin Avrupa olmadan geleceği olmadığını aklınızda tutmalısınız. Küçümsediğiniz Avrupa, dünyanın bilim ve buluş merkezidir. Başbakanın sağlığına kavuşmasında kullanılan araç ve ilaçların tamamının bu ekonominin buluşlarından kazanıldığını hatırlamalısınız. Hepimizi dinleyen muhteşem teknolojiler de aynı kaynaktan.
Etnik köken, mezhep rekabeti ve öğrenci susturmasının barut fıçısına çevirdiği bir ülkede yaşıyoruz. Yarım yüzyıldır aynı sorunlarla boğuşan bir ülkede…
Türkiye, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Dünya İnsani Gelişme raporunda 187 ülke arasında 92inci sırada… Okula gitme süresi dört yıl, nüfusun yarısının sosyal güvencesi yok, çalışanların yüzde 60’ı mesleksiz, meslekli olanları da atanmıyor.
Görülüyor ki, beton tutkusu ve banka performansı insanın gelişmesi için yeterli olmuyor.
Hükümet AB’ye olduğumuz gibi katılmak, yani hiç katılmamak istiyor. Toplumda karşılığını bulamamış kanunlar yapmak Rönesans değildir. Gerçek reform, kanunların toplumsal değerlere dönüşmesidir. Yaptığınız kanun toplum tarafından algılanmıyorsa o kanunu uygulatmak istemiyorsunuzdur.
Ahlaksızlığı batıdan aldığınızı ilan edince geleneklerimizin Batı tarafından yozlaştırılacağı paranoyasını takviye ediyorsunuz. Böylece AB’nin güzelliğini anlattığınız sevimli röportajlar sözde kalıyor.
Görüldüğü gibi ortada ters yönlere giden, birbirini yok eden paralel bir politika izleniyor.
Devlet Karakolda Fevziye Cengiz’i dövüyorsa, İrfan Tören’in hastane odasında Güldünya’yı öldürmesiyle nasıl mücadele edebiliriz?
Kadına Karşı Şiddet Sözleşmesinin ilk imzacısı ülke olarak böbürlenirken, aynı gün Rumuz N.Ç. kararı Yargıtay tarafından onaylanıyor. Uygulanmayan insanlık değerleri arşivine bir yenisi daha konulmuş oluyor.
Türkiye açmaza giren AB sürecini “Kamu Alımları”, “Rekabet Politikası”, “Gıda Güvenliği”, “Sosyal Politika ve İstihdam” ve “Çevre” adlı başlıkları, kıstaslarını hakkıyla yerine getirerek açınca ilerleme kaydedebilir. Yani değerlerini dönüştürerek…
2012 AB Bütçesi için temennilerimi dile getirirken değerlerin dönüşmesini kuvvetle hatırlatmak isterim;
Öğrencinin saçını kesmeyecek, poşusunu tutuklamayacak, parasız eğitim hakkı, su hakkı, barınma hakkı ya da doğa hakkı için yaptığı gösteriye tahammül edeceksiniz.
Vatandaşlarınız madenlerde ve depremlerde aldırmazlıktan ölmeyecek, yağmur yağınca duble otoyollarda boğulmayacak, uçurumdaki gelir dağılımının mağdurları, yoksulluk sınırında yaşayan insan sayısı nüfusun beşte biri olmayacak. Eşcinsel vatandaşlarınız toplumun en alt katına itilmeyecekler.
Üniversiteyi devlet tarafından kontrol etmeyeceksiniz, bilim siyasetin tutsağı olmayacak.
İnançları sizin için makbul olmayan vatandaşlarınızı Zerdüştlükle, Alevilikle, Gâvurlukla suçlamayıp, Diyaneti devletin ayrıcalıklı kurumu yapmayacaksınız.
Hukukumuz, Avrupa İnsan hakları mahkemesinde başvuru enflasyonu ile anılmayacak. Türkiye, hakkında “fikir özgürlüğü yok” kararına varılmış bir ülke olmayacak.
Eğer derdimiz marka olmaksa, ancak böyle marka olunur.
Demokraside en önemli kıstas soru sorabilme hakkıdır. Soranlar cezaevinde. O halde ben soruyorum. İçinde yaşadığımız bir demokrasi mi? Demokrasinin illüzyonu mu?
Uzun tutukluluk sürelerine AKP’ li meslektaşlarım tarafından düşünülen çözümü hayretle tekrarlamak isterim; Dünyada örneği görülmemiş ‘geçici mahkûmiyet’ çözümünden bahsediliyor… Böyle bir şey olabilir mi?
Rekabet faslının önünü tıkayan hiçbir şey yok. Ama belli ki, devlet desteği verdiklerimizi, ayrıcalıklarından mahrum etmemek için rekabet faslını açmıyoruz. Her depremde binalar yerde, insanlar altında ama kamu ihale yasası açılmıyor. Çünkü hükümet yoluna kendi müteahhidi ile devam etmek istiyor.
Türkiye, henüz sosyalist ülkeler için çıkarılan Kopenhag kriterlerini bile yakalayabilmiş değil. Tam bir tıkanmanın eşiğindeyiz.
Bu tıkanmada vergide, eğitimde, bilimsel araştırma sisteminde reform yapmayan Türkiye kendi gelişmesini kendisi tıkıyor.
AB ile müzakerelerde sekiz faslı tıkayan Türkiye limanları konusu buzdolabında… Avrupa Birliği, ‘siyaseten’ kendini bağlamış olmasına rağmen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ekonomik yardım vaadini tutmuyor. Biz de ‘hukuken’ yapmamız gerekirken, limanları Rumlara açmıyoruz… Tutulmayan ‘siyasal söz’ ile yapılmayan ‘hukuksal yaptırım çarpışıyor. Oysa pazarlık için son derece elverişli bir dönemdeyiz. Kıbrıs tıkanıklığımızı açacak en önemli anahtardır.
Tayvan’ı model alabiliriz. Tayvan diplomatik yalnızlığına aldırmadı ve bir mucize gerçekleştirdi. Bugün tüm dünya ile ticaret yapıyor. Tayvan adası 70 milyonluk nüfusunun geleceğini güvenceye aldı. Biz 293 bin Kıbrıslı Türk’ün ve buna bağlı olarak 74 milyonluk vatandaşımızın geleceğini neden tıkıyoruz?
Tıkanmış sürece tekrar hayat vermek için ‘olumlu gündem’ çağrısına samimiyetle katılmalıyız. Müzakereler dinamik bir süreçtir ve dinamizm bir kez kaybedildiğinde yeniden kazanmak için çok enerji ve zaman gerekir. İnsan hayatında zamandan daha değerli ne olabilir?
Düşünün ki, yarım yüzyıl önce imzalanmış Ankara anlaşması halen Avrupa’daki vatandaşlarımızın haklarını korumaya devam ediyor. Yani niyetiniz vatandaşımızın refahı ise her türlü koşulda başarmak mümkün.
Hükümeti tam da bütün koşullar lehimize iken kabadayı özgüveni ile değil, gençlerinin geleceğini her şeyden çok önemseyen akıl adabıyla davranmaya davet ediyorum. Penguen dergisine göre şakacı AB bakanımızın Leonardo da Vinci esprisi Mona Lisa tablosundaki yarım tebessümü bile yok etti. Hükümeti o tebessümü iade etmeye davet ediyorum.
Şafak Pavey

12 Eylül 2011 Pazartesi

Kısa bi süreliğine herkes NAİF!


Baba'm öldü benim kısa bi süre önce.Evet çok üzüldüm,evet hala gittiğine inanamıyorum ama konuşmak istediğim bu değil.Başka bişii anlatıcam size;

Bu dönemde etrafımdaki sevenlerim sağolsunlar beni hiç yalnız bırakmadılar,baş sağlığı dilediler.İşte bu dilenen başsağlıkları sırasında bişey keşfettim...

Herkes başsağlığı dilerken birbirinden farklı kelimeler kullanıyordu,ya yetiştiriliş tarzına göre ya kültürel ama hepsi birbirinden farklı kelimeler.Kimi de bu kelimelerin uzaktan yakından uğramadığı insanlar olduğundan etraftan duyduğu gibi bu cümleleri kuruyorlardı.İşte bu ikinci bahsettim "kimi" bence çok ama çok NAİF insanlar.Tabi ki bu dönemde yanımda olan herkes ama herkes çok özeller benim için,çok seviyorum herkesi ama bu etraftan duyduklarıyla taziyeciler var ya gerçekten NAİF ler...Çünkü bu karşındakini sevdiğin için,saygı duyduğun için,acısını hafifletmek için yapılan bi fedakarlık belki de.Hiç kullanmadığın kelimelerden cümleler kurup hooop bilmediğin bi formattasın...İşte bu yüzden Naifler bu "kimi" ler. SeVdiğin için gönüllü olarak başka bi formdasın...Kız arkadaşın için babasının karşısında olduğun gibi,ya da sadece annen üzülmesin diye bilmem kimin büyük büyük halasının karşısında saatlerce efendi çocuk gibi oturmak zorunda olduğun gibi...

Ama gel gelelim ben bunun ayrımını yapamıyorum.Sanırım babamın yakın zamanda kaybından ötürü sağlıklı düşünemediğimden ben kimin naif kimin gerçekten o kelimelerin sahibi oldugunu ayırt edemiyorum.Aklımın tuhaf bi oyunu gibi bu,bana here herkes o kelimelerin sahibi olabilir ya da herkes isterse Naif olabilir.O zaman bi karar vermem lazım;

Sanırım kısa bi süreliğine herkes NAİF...Bu dönemde yanımda olan HERKESE minnettlerimle...

2 Haziran 2011 Perşembe

Güz Solgunu Bedenler...




Yalın ve kolay okunur diliyle hayatı ve kadınların iç dünyasını anlatan, her öyküsünde ayrı bir lezzet sunup, ayrı bir heyecan yaratmayı başaran Şükran Fişekçi, ilk kitabıyla edebiyat dünyasına oldukça iddialı bir adım atıyor.On beş ayrı öykünün yer aldığı, ''Güz Solgunu Bedenler'', özellikle kadın okuyucuların yüreğinin derinliklerinde iz bırakma tehlikesi taşıyor.
Şükran Fişekçi'nin yazdığı ''Güz Solgunu Bedenler'', kitap raflarındaki yerini aldı.İkinci Adam Yayınlar'ından çıkan ''Güz Solgunu Bedenler'', on beş farklı öyküyle kadınların iç dünyasını anlatıyor.

Soğuk bir odada, soğuk bir bedenle yatmaktadır şimdi küçük kızı koynunda. Düşler ülkesine gitme vakti gelmiştir. Acele etmelidir erken sabahlar olmadan. Vakti azdır. Kalın taş duvarların arkasına saklanan duyguları utanmalarını bırakmış yola çıkmak için sabırsızlanmaktadır. Şimdi ince bedeninin düşlere sarılıp öpüşme zamanıdır. Şimdi mutludur, bir de şarkı alır yanına neşeli. Daha otuz iki yaşındadır Esma. Daha kadındır.

Elini uzattı, aynanın içindeki kendisinde dolaştırdı parmaklarını önce, sonra üzerindeki dantel örtüyü düzeltti. Hayatındaki buruşmuşlukları da bu beyaz örtü gibi düzeltebilmeyi isterdi hep.

Yüzümü yağmurun sert ve serin vuruşlarına bıraktım. Yürüdüm. Koşmaya başladım. Görünmez olmaktan yeniden görünürlüğe doğru adımlarımı iyice hızlandırdım. Hiç olmaktan kaçıyordum. Hayalden bedene giriyordum yeniden. Diriliyordum. Tene, sese, kokuya bürünüyordum... Ve arzularıma...

Aymina kendini hapsetti... Dudaklarını hapsetti, konuşmadı.... Gözlerini hapsetti, bakmadı...
Pencereye çıkmadı, sardunyalara su vermedi... Annesinin seyretmedi işe giderkenki süslenmelerini... Gözlerindeki derin manalı bakışları sildi... Neşeli Rum türküleri söylemedi sesi... Görünmedi hiç... Kelebeği öldü...

Uyandım, yoktu. Sessizce öpüşü kalmıştı yanağımda ve ucuz pudrasının o çok sevdiğim kokusu, ki o kokuyu hiç unutmadım. Bacaklarımın arası kanamamıştı daha o gittiğinde. Annemin bunu beklemesi gerekirdi hiç değilse. Sonra yine gitsin, çantasında ucu kırık kırmızı rujuyla...

23 Mayıs 2011 Pazartesi

İnternette Yeni Fenomen Butgullum



Gün geçmiyor ki internet dünyası bir yıldız yaratmasın.Bu internet fenomenlerinden en sonuncusu ise "butgullum" ablamız. O'nu ilk olarak twitter da tanıdık. Küfürlü ve samimi konuşması,ünlü ünsüz herkese yaptığı haklı giderler ve yazdığı birbirinden ilginç tweetleri ile bir anda herkesin konuştuğu bir isim haline geldi. Ekşisözlük başta olmak üzere birçok sözlükte onun hakkında entry ler giriliyor, twitterda 2000 den fazla takipçisi var, kendi adını taşıyan bloğundaki yayınladığı yazıları yüzlerce kişi tarafından takip ediliyor. E hal böyleyken bende kendisinden rica da bulunup bir röportaj kopardım.Buyrun efendim tüm çıplaklığıyla butgullüm ablamız:

Y.İ: - Öncelikle röportaj talebimi geri çevirmediğiniz için teşekkür ederim size.Herkes sizinle ilgili çok kısıtlı bilgilere sahip,Kurtuluş'ta oturduğunuzu,açık sözlü ve lafını esirgemeyen biri olduğunuzu ve bir sahne geçmişiniz olduğunu biliyoruz.Bunların dışında bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Kimdir butgullum ablamız?
B.G: - Ben eskiden pavyonlar kulüpler modayken sahneye çıkardım ablacım.istanbul olsun izmir olsun adana olsun şehir şehir gezerdim.almanya da belçika da da çok sevenim müşterim vardı.avrupaya senede 1 hala gider sahne yaparım.yaş kemale erince bıraktım zaten eskisi gibi iş veren de yok.10 senedir çalışmıyorum senede bir avrupa hariç.4 sene evvel emekli oldum
Y.İ: - twitter hesabınızı oluştururken bu kadar ilgi göreceğinizi tahmin ediyor muydunuz?
B.G: - vallahide etmiyodum billahide etmiyodum ablacım.ay duyan geldi duyan geldi.bana da iyi oldu bağımlı oldum.sanki eve misafir gelcekmiş gibi sokaktan koşa koşa geliyorum akşamları.sanırsın 40 senelik arkadaşlarım dostlarım burdakiler.bi sohbet bi muhabbet zaman nası geçiyo anlamıyorum.
Y.İ: - Sizce insanlara hangi yönünüz çekici geliyor?İngiltereden size çanta,ayakkabı alacağını söyleyen takipçileriniz var.bu ilgiyi bu sevgiyi neye bağlıyorsunuz?
B.G: - ay sorma ayol karılar hediye yollıcaz diye birbiriylen dövüşüyo.ben olduğum gibi hayatta nası konuşuyosam tivitırdada öyleyim.insanlar o samimiyeti hissediyo sanırsam.luzumsuz konuştuğumu düşünmüyorum.aslında benim söylediklerim herkesin söylemek isteyipte söyleyemediği kendini tuttuğu şeyler galiba.bu yüzdende beni yakın buluyolar gibi geliyo
Y.İ: - Herkes profil fotonuzdan başka fotoğrafınızı görememekten şikayetçi,yeni fotoğrafınızı görebilecek miyiz?
B.G: - yakın zamanda pek düşünmüyorum ablacım.çünkü bu şekilde birbirimize daha bi ilgili oluyoruz.merak heyecan verir insana.o heyecan biterse sıkıcı monoton olur herşey.o sebeplen şimdilik böyle iyi
Y.İ: - Adınızı verdiğiniz blog sitenizde "Kadının Amı Yok" isimli bir yazı dizisi yayınlıyorsunuz. Kitap çıkarıp daha fazla okuyucuya ulaşmayı düşünüyor musunuz?
B.G: - Karının Amı Yok diye bir roman yazdım ben zaten.blog ta da ordan kısa hikayeler i yayınlıyorum.yayınlamak istedim kitap olarak ama kısmet olmadı.bu işler güç işi ablacım.kim yayınlasın ayol benim kitabı.aslında kitap ta kanayan bi çok yara var.taşak muhabbeti deyil yani.adından dolayı insanların ilgisini çekiyo ama adında bile gizli acıklı bi anlam var
Y.İ:- Twitter ünlülerinden kimleri takip ediyorsunuz? en sevdiğiniz ve nefret ettiğiniz twitter ünlüleri kimler?
B.G: - Ezgi mola mesela,en yakın ahpabım o tivitırda,bayılıyom Ezgi'me,uzunuzun sohbetlerimiz oluyoo,ev oturmasına çağırdı gitçem bi akşam karıya. deniz arcak çok eylendiriyo beni.demet akalının da korkusuz pervasız ve dobralığını seviyorum benim gibi lafını hiç esirgemiyo o yönü hoşuma gidiyo mesela.cenk eren e de çok gülüyorum.aptallarla çok güzel taşşaanı geçiyo zekii herif
Y.İ: - Twitter da sizin için özel olan takipçileriniz var mı?bir de son olarak sizi takip edenlere söylemek istediğiniz birşey var mı?
B.G: - mesela yurt dışında yaşayan gülay la kocası var.çok mesafeli saygılı ve içtenler yenide bi bebekleri olcak gün sayıyolar.onları seviyom.mine var cilo var dahada bir çok kişi var isimlerini saymakla bitmez.aile gibi olduk.akşamları bize bak sanırsın evin salonunda oturmuş çekirdek çitleyip lak lak yapıoz.Beni takip edenlere şunu söylemek isterim.benim konuşma şeklim ifadelerim farklı geldiyinden.
bazen kendini şaşıranlar çıkıyo.insanların ismini kullanarak hakaret ediyor ve benide böyle gaza getirip laf ettirmeye çalışıyorlar.ancak ben bunu yapmam.ben bi konuyla ilgili ne düşünüyosam onu söylerim.kimsenin kimseye hakaret etmeye hakkı yoktur.eleştirirken ölçüyü bilmek lazım
Y.İ: tekrar teşekkür ediyorum röportaj için ve butgullum ü takip e devam diyorum...

Okuyucular için hatırlatma; Butgullum ablamızın sosyal ağ adresleri:
http://twitter.com/#!/butgullum
http://butgullum.blogspot.com/
http://facebook.com/butgullum

16 Ocak 2011 Pazar

Seni Sevmekten Vazgeçmeyi Öğrenmem Lazım!


Seni sevmekten vazgeçmeyi öğrenmem lazım,başka bedenlerde seni aramaktan vazgeçmeyi öğrenmem lazım,Aşkın bi matematiği olmadığını öğrenmem lazım...

Evet matematiği yokmuş gerçekten...Tüm türevlerini denedim ama yine bir tane sen etmiyor...İntegrali ise hiç sorma,limit hep sıfıra gidiyor,sana olan sevgimin limitsizliğine inat...

Durmadan ismini heceledim,haftalarca geceledim,denedim denemedim ama ben bu işi beceremedim...

Seni sevmekten vazgeçmeyi öğrenmem lazım...Öğrenmem lazım ki acımı hafifleteyim...Acı bazen haz veriyor ama Bazen...

Bilmemek değil öğrenmemek ayıp değil mi?Biliyorum bi sonumuz olmadığını,biliyorum bana evet demeyeceğini,biliyorum beni................. E o zaman geriye birtek şey kalıyor be sevdiğim...Seni sevmekten vazgeçmeyi öğrenmem lazım!

8 Ocak 2011 Cumartesi

Dök Gölgeni Üstüme...


Biz seninle birbirimizi didişerek sevdik...Kavga ederek perçinledik birbirimizdeki bizi...Ben bilirdim her koşulda benimle gurur duyduğunu,sen bilirdin gölgen bile yeterdi benim için...Ama hiç ses etmedik,söylemedik birbirimize.Şimdi bi kenara bıraktık o didişmeleri,Ben büyüdüm sen yoruldun...Lanet bi hastalıkla tanıştın hepimizin içini acıtarak...
Dedim ya biz seninle didişerek sevdik birbirimizi güzel BABA’m.Tanıştın bitti gitti,ahbaplığa gerek yok...Hazır bırakmışken didişmeyi keyfini çıkaralım Baba-oğul ikilisinin.Sen gölgeni düşür üstüme bende seni gururlandıracak şeyler yapayın ne dersin?